UYUYAN GÜZELLER BİR UYANSA
UYUYAN GÜZELLER BİR UYANSA
PSİKOTERAPİ NEDİR?
Kişilik analizi ve kişiliğin yeniden yapılanması sürecidir.
Psikoterapi beyni daha akıllıca, daha fonksiyonel kullanma sanatını öğretir.Beyin bir organımızdır. Beden fonksiyonlarımızı düzenleyen bir organımızdır . Bizi biz yapan bir organımızdır. Duygu, düşünce ve davranışlarımızı düzenleyen, arzu ve isteklerimiz doğrultusunda bazen da yaşadığımız hayal kırıklıkları ve travmaların istemsiz etkileri doğrultusunda hayatımızı yönlendirmemizi sağlayan bizi biz yapan organımızdır da aynı zamanda . Yani kişilik örüntümüzü oluşturur..
Kişilik nedir ?.
Kişilik doğduğumuz andan itibaren deneyimledikçe oluşturmaya başladığımız ve yaşam boyu geliştirdiğimiz otomatik işleyen duygu düşünce ve davranış kalıplarından oluşan kendimize has bir sistemdir..
Kişilik nasıl oluşur? :
Kişilik oluşmasında genetik faktörlerin büyük önemi var.. Anne ve babamızdan aldığımız genler bütün vücud hücrelerimizin oluşmasında v e çalışma şeklini belirlediği gibi beyin yapısını ve işleyişini de belirler.. Nesiller arası bu geçişi hücrelerin çekirdeğinde kodlanmış DNA adını verdiğimiz genetik bilgileri kodlayan yapılar belirler.Beyinin büyüklüğü, küçüklüğü kıvrımları işleyişininin temellerinin bu yapılar belirler..
Bunun yanı sıra kodlanmış bu bilgileri nasıl kullanacağımızı doğduğumuzda bilemeyiz..Genetik yapımızda kodlanan bu bilgileri kullanabilmemiz için çevre tarafından uyarılmamız gereklidir.. ve gelen bu uyarılara nasıl cevap vereceğimizi de diğer insanları izleyerek gözleyerek ve onları taklid ederek , gereğinde bilinçli yada bilinçsiz onlar tarafından yönlendirilerek öğreniriz. Yani genetik olarak getirdiğimiz malzemeyi nasıl kullanılacağımızı çevremizden çevremizdeki insanlardan öğreniriz..
İlk öğretmenlerimiz de içine doğduğumuz ailemizdir. Ailemiz içinde de ilk öğretmenimiz bizi 9 ay 10 gün boyunca karnında taşıyan annemizdir..Doğum güvenli , sıcak ve her türlü ihtiyacın karşılandığı anne karnından kaotik , karışık bilinmezliklerle dolu bir dünyaya geçiştir çocuk için.. Önemli bir psikoterapist olan Otto Rank’ın metaforik bir benzetmesinde olduğu gibi doğum cennetten kovulmaktır, bir anlamda. Nasıl böyle değerlendirmeyelim ki.. Bebek anne karnında ekmek elden su gölden yaşıyordu. Yediği önünde yemediği ise arkasındaydı.. Aslında yemeğe de gereksinimi yoktu ki.. Onu annenin bedenine bağlayan göbek kordonu tüm ihtiyaçlarını karşılıyordu. İstemesine ya da bir şey yapmasına gerek yoktu. Nefes almasına, yemek yemesine, idrar yada gayta yapmasına, beden ısısı düzenlemesine annenin bedeninde bu ihtiyaçlar karşılanıyordu..
Bir zaman sonra onu koruyan rahim adındaki küçük odacık ona dar gelmeye başladığında ,rahim kasılmaya başlayarak onu dış dünyada yeni bir yaşama başlamak üzere itmeye başlar..Artık beden büyümüştür ve beden fonksiyonları dış dünyada annenin bedenine bağlı kalmadan yaşamaya bir uygun hale gelmiştir. Bebek daha ne olduğunu anlayamadan dar bir kanaldan geçerek, henüz anlamını bilmediği oldukça karmaşık bir dünyada bulacaktır kendini. Alışkın olmadığı, tanımadığı bu dünyada ses ışık, dokunuşlar ve boşluk vardır. Bundan sonra kaybettiği o cenneti arayacak ve o cennetteki dinginliğe ve huzura ulaşmaya çalışacaktır ömür boyu. Onu doğumla başlayan ölümle biten uzun ince bir yolda yürümek beklemektedir artık. Ancak bu yolda sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi , aradığı o huzur ve mutluluğu bulabilmesi , sahip olduğu genetik donanımlarını nasıl kullanacağını öğrenebilmesi için de rehbere ihtiyacı vardır..Bu öğrenme sürecinde bedenide ruhsal yapısı da büyüyecek gelişecek daha komplike , daha karmaşık fonksiyonlar kazanacaktır.İşte bu dönemde bu rehberliği yapacak kişi annesidir..Dış dünya soğuk, ana rahmi gibi sıcak değildir, beden ısısını kendi vücüdu düzenleyecek, kendi nefesini kendi alacak, beslenmesini annesinin memesinden emerek karşılayacak. Üstelik bu yaşamsal fonksiyonlarının sağlanabilmesi ve düzenlenebilmesi içinde bir yetişkinin bakımına ihtiyacı vardır..Annesi dış dünyadaki güvenli ortamı sağlarken , bebeğin kendisinin karşılayamadığı ihtiyaçlarının zamanında ve yeterince karşılanmasını da sağlar.. Böylece başkasının bakımına bağımlı dönemden sağlıklı bir şekilde geçip dış dünya da kendi ayakları üzerinde durabilen, ihtiyaçlarını sağlayabilen bağımsız bir birey olma yolunda ilk rehberi olacaktır.
Bebek henüz düşünemez, konuşamaz bu nedenle konuşarak yada düşünerek ilişki ve iletişim kurma kapasitesine de sahip değildir. Ancak duygusal merkezleri işler haldedir ve duygularla iletişim kurabilir.. İşte doğuştan getirdiği beyinde mevcut duygu düşünce ve davranış merkezlerinin sağlıklı yada sağlıksız gelişmesinde çocuğun yaşamın ilk 3 yılında ilk rehberi annesi ile kurduğu iletişim ve etkileşimin nasıl olduğu önemlidir. Çünkü çocuk dış dünyadan gelen uyarıları anlamlandıracak organa sahip, ancak bunu nasıl yapacağını bilecek donanıma sahip değildir..
ilk etapta yaşadıklarını ve yaşadıklarının bedeninde oluşturduğu duyguları anlamlandırması gerekmektedir. İnsanları, yaşayan diğer canlıları, eşyaları anlamlandırması ve sonra onlarla nasıl ilişki kurabileceğini öğrenmesi gerekecektir.Yani dış dünyadan aldığı etkiler ne anlama geliyor, onu nasıl etkileyecek, bu etkiler olumlu mu , olumsuz mu ?, Bu uyarılara nasıl cevap verecek ? Bebek bunu bilmiyor. Dış dünyadan gelen bu uyarıların değerlendirmesini annesini izleyerek, gözleyerek yapıyor. Annesini sesi, sesinin tonu , mimikleri,kollarını ellerini kullanma tarzı , onu tutuşu kavrayışındaki değişikleri izleyerek dış dünyayı anlamlandırmaya başlıyor…Yaşadıklarını beyninde kodlayarak dış dünyadan aldığı bu etkilerle kendi içi dünyasını oluşturmaya başlıyor..Dış dünyayı içselleştirme süreci diyoruz biz buna. İşte bu şekilde dış dünyayı anlamlandırarak iç dünyasını oluşturması ile kişiliğinin temellerini atmış oluyor aynı zamanda. Kendi hakkında ve dünya hakkında bir görüş geliştiriyor.. Kendi hakkında da bir benlik algısı geliştiriyor..Kendisi hakkında geliştirdiği bu inançlara ya da algıya kendilik diyoruz..
Bu aslında kolay bir süreç değildir büyümek ve olgunlaşmak ..Sıkıntılar ve sancılar da doludur. Aynı zamanda aşılacak engeller vardır, bu uzun ince yol boyunca.. Değişik aşamalardan geçilir. Kişiliğin ortaya çıktığı ilk üç yıldan sonrada , İnsanoğlu kişiliğinin yeniden yapılandığı değiştiği dönüştüğü aşamalardan geçer..Bu uzun ince hayat yolunda fetus olmaktan , bebekliğe doğru, bebeklikten çocukluğa doğru .. çocukluktan ergenliğe doğru, ergenlikten genç erişkinliğe doğru.. gençlik erişkinlikten olgunluğa doğru ve nihayetinde yaşlılığa doğru bir yolculuk yapacaktır ve Her bir geçiş aşamasından dan geçerken de her dönemin getirdiği hediyeler ve zorluklarla karşılaşacak ve yaşam deneyimini artacaktır. Yaşadığı deneyimlere bağlı olarak ta kişiliği de değişimler ve dönüşümler yaşayacaktır. Yaşamında var olan ile nasıl iliş
ki kurduğumuzla ilişkilidir kişiliğimiz..
Duygularımızı doğuştan getiririz.. Ancak nasıl kullanacağımızı öğreniriz..üzüntü, korku, kızgınlık,sevinç vb duygular bedenimizde doğuştan kodludur.. ama bu duygular ortaya çıktığında bu duyguların ne anlama geldiği ve nasıl düzenleneceği ile ilgili bir fikrimiz yoktur. Bunların ne anlama geldiğini ilk bakıcımızla kurduğumuz etkileşimle, onun tepkilerini izleyerek bu tepkilerini anlamlandırarak öğreniriz..Bu şekilde olayların insanların v e eşyaların ne anlama geldiği, onlarla nasıl ilişki kuracağımızı öğreniriz.. Yani dış dünya ile nasıl ilişki kuracağımıza dair bir fikrimiz oluşur ve bir tarz geliştiririz.. işte tarza biz kişilik diyoruz..
Mesela: Çocukları izlemişsinizdir. Düşerler canları yanar.. Bu can acısına nasıl tepki vereceği çoğu kez annesinin verdiği tepki ile yakın ilişkilidir.. Çocuk annesinin yüzüne bakar.. Anne telaşlı ise , anne panik halinde o ise annesinin verdiği duygusal tepkinin aynısını verir bu küçük bir çizik bile olsa.. oda panikler , telaşlanır, sakinleşmekte zorlanır.. Ama anne sakin davranırda bunu küçük ve önemsiz olduğunu ve böyle şeylerin olabileceğini söylemesi çocukta ortaya çıkan panik yada korku duygusu olsa bile annenin verdiği tepkiye uyumlu olarak oda sakinleşir ve oyununa devam eder.
Özellikle ilk bir yaş önemlidir. Ve çocuk güvenliğinin temeli olan annesinin kendinden uzaklaşmasını istemez.Anneden uzaklaşması , yoksunluğu güvenliğinde kaybıdır..Bilinmeyen , her an ne olacağı belli olmayan bir dünyada kaybolmak demektir onun için. Annesinin(ilk bakıcı ) duyguları ile senkronize olmuştur..uyumlanmıştır. derin bir duygusal bağlanma vardır aralarında. Göbek kordonu kesilmiştir.. bedensel bağlanma kesilmiştir ama aralarındaki duygusal bağlantı devam etmektedir. Ve bu bağ çok derin v e çok güçlü bir bağdır. Sanki görünmez bir bağdır aynı zamanda.. çocuk annesinin kendi odasından çıkmasına bile müsaade etmez nerdeyse. Hisleri ile onu takip eder..
Anneler bilirler.. çocuklarına kıyamazlar kendi kişisel ihtiyaçlarını, mesela banyo ihtiyacını gidermek için çocuğunun uyumasını bekleyen ancak onu uyuttuktan sonra banyoya giren bir anne, şaşkınlık içinde kendisinin her banyoya girdiğinde çocuğunun onun odadan çıktığını hissedip uyanmasına çok şaşırdığını anlatmıştı. Sağ beynimiz duygularımızın düzenlendiği duygusal yönümüzü düzenleyen yarım küremizdir. Biz duygusal olarak oluşan bu bağlanmaya sağ beyinden sağ beyine bağlanma diyoruz. Hisler yolu ile bir algılama ile bağlanmadır ..
Bir bedenin sağlıklı olabilmesi için beslenmeye ihtiyacı vardır.Ruhumuzda gelişen , değişen bir oluşum tıpkı bedenimiz gibi ..Onun da sağlıklı bir şekilde beslenmeye ihtiyacı var. Onunda bu gelişimi sağlıklı yapabilmesi ve sağlıklı bir var oluşta yaşayabilmesi için .Ruhu besleyen ve geliştiren en önemli gıdası ise ilişkilerdir. Ruhun sağlıklı bir şekilde varlığını devam ettirebilmesi için diğer insanlarla sağlıklı ilişkilere ve sağlıklı bağlar kurmaya ihtiyacı vardır.. Eğer kişinin hayatındaki ilişkileri, hele ki ebeveynleri ile kurduğu ilişkileri sağlıksız ise ruh hastalanır. Ruh çürür ve toprağa girmeden, yaşarken ölür. İşte o zaman insan adeta bir zombiye döner..Ruhsuz ve cansız bir hale gelir..Sağlıklı ilişkiler kurmak ise bir sanata benzetilebilir. Bu sanat doğumla birlikte öğrenilir ömür boyu geliştirilir..ancak olumlu şartların bulunmadığı ortamlarda büyür, yada hayatın bir döneminde olumsuz etkilere maruz kalmak bu sanatı öğrenmede zorluklara ve dolayı ile yaşam boyu süren problemlere neden olur. Yani kişi bu sanatı öğrenmeyebilir..Bedenimizde kodlanmış genler ile ilişki kurma potansiyeli ile Dünyaya geliriz. Bu kodların genetik materyale nasıl kodlandığı önemli..Ancak bu kodların yaşam olayları ile nasıl aktiflediği de önemli.. Sağlıklı ilişki kurma içine doğduğumuz ailede öğrenilir. Son yıllarda bu bağlanlanma teorisi ile anlatılır. Sağlıklı ilişkilerinin çekirdeğini ilk bakıcımı olan annemiz ile kurduğumuz ilişkimizin kalitesi belirler..
Anne ile kurulan ilk ilişki duygularla kurulur ve bu ilişkinin tarzı hayatın daha sonraki dönemlerimizde kuracağımız ilişkinin de kalitesini belirler doğal olarak..Üretken bir hayat, genetik kapasitenin doğru ve duyguların canlı yaşandığı aktif bir yaşamı işte bu bağlanma belirler..
Sağlıklı bağlanma, sağlıklı ilişkileri, sağlıklı ilişkiler ise doyumlu bir yaşam temel hazırlar.
Yaşamın ilk yıllarında ebeveyn ile kurulan ilişki temelindeki zayıflıklar, ya da travmalar kişilikte yaralanmaya neden olduğundan erişkin yaşamda da tekrarlayan döngülere neden olur. Çünkü kişilik yaralanmıştır. Bu yaraları sarmaya, onarmak için geliştirilen özel psikoterapi teknikleri mevcuttur. Masterson terapi tekniği de bunlardan biridir.